1: 12
Eylül'de oylayacağımız ana
yasa değişikliği, her ne kadar değişiklik
AK Parti tarafından yapılmış da olsa, bir partiye ait değişiklik değildir. Hiç de AK Parti taraftarı olmayan
Anayasa Mahkemesi bile bu değişikliğin kanunlara ve Anayasa'ya aykırı olmadığına karar vermiştir. Değişiklik AK Parti veya bir başka parti tarafından da yapılmış olsa, önemli olan neler getirdiğidir. Parti taraftarlığı veya karşıtlığı ile buna
evet veya hayır demek yanlıştır.
2:
Anayasa değişikliği, asla bir
seçim veya partilerin oylanması manâsına da gelmemektedir. Bu değişikliğin herhangi bir partiye, bilhassa AK Parti'ye yarar getireceği, güya
Başbakan Erdoğan'ı Yüce Divan'dan kurtaracağı koskoca bir yalandır. Şu ana kadar milletvekilliği düştükten sonra bile herhangi bir milletvekili Yüce Divan'da yargılanıp ciddî bir ceza almış değildir. Evet, siyasîler içinde de yolsuzluk yapanlar bulunmaktadır. Fakat sadece milletvekillerinin ve sürekli olarak yolsuzlukla suçlanmaları, aslında
halkın temsilcisi olan
siyaset kurumunu ve Meclis'i halkın gözünden düşürmek için asıl yolsuzluk yapanların belli medya eliyle yaydıkları bir iftiradan ibarettir. Kendileri çok dürüst de buna karşılık diğerleri hep yolsuzluk suçu işliyormuş gibi
propaganda yapan
CHP yönetimi, şimdiye kadar ne Başbakan
Tayyip Erdoğan ne de bir başka milletvekili hakkında savcılıklara suç duyurusunda bulunmuş ve
dosya teslim etmiş değildir.
Medya önünde dile getirdikleri iddialarının hemen hepsi de boş çıkmıştır. Asıl yolsuzluk, kapalı rejimlerde, şeffaflığın olmadığı askerî
darbeler döneminde yapılır ve yapılmıştır.
12 Eylül'ün
Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya'nın Ortadoğu'nun en zengin generali haline geldiğini
Economist dergisi yazmıştı. Derginin bu haberi yapan nüshasının
Türkiye'ye girmesi hemen yasaklandı. CHP, şimdiye kadar bunu da, bu derginin söz konusu haberi yapan sayısının Türkiye'ye girmesinin yasaklanmasını da hiç konu etmedi. Ayrıca,
uçak üreten
Amerikan Lockheed firması, uçak satmak için dünyada hangi ülkelerde kimlere rüşvet verdiğini açıkladığı halde sadece Türkiye'de kimlere rüşvet verdiğini hâlâ açıklamadı. CHP, bunu da hiç konu etmemiştir.
3: CHP ve hayır cephesinin diğer unsurları, anayasa değişikliği ve AKP iktidarı arkasında güya Amerika'yı göstermektedir. Oysa Türkiye'de Amerika ve bilhassa
İsrail'in kendileriyle en fazla iş tuttukları, askerler ve CHP gibi kuruluşlardır.
12 Eylül darbesi yapıldığı gün, bunun haberi dönemin Amerika başkanı Jimmy Carter'a "Our boys have done it!", yani "Bizim çocuklar başardılar" şeklinde verilmiştir. Yani, Amerika
yetkilileri, darbe yapan askerlerimizden "Bizim çocuklar!" olarak bahsedebilmektedirler. 28
Şubat öncesinin puslu günlerinde
Çevik Bir'in Türkiye Büyük
Millet Meclisi'ni devre dışı bırakmasıyla, İsrail
Savunma Bakanlığı ile
Genelkurmay Başkanlığı'mız arasında imzalanan
Askerî Eğitim ve İşbirliği Anlaşması'yla Türkiye, İsrail'e
hizmetçi hale getirilmiştir. Ayrıntıları dönemin hükümetlerinin bakanlarından gizlenerek imzalanan bu
anlaşma, yasaların âmir hükümlerine rağmen Meclis'te oylanmadığı gibi, Resmî Gazete'de de yayımlanmamıştır. Anayasa değişikliğine hayır demede birleşen CHP, MHP yönetimi, BDP, bu tür uygulamalara da hiç ses çıkarmamışlardır ve çıkarmazlar.
4: Terör dahil Türkiye'nin problemlerinin çözümsüzlüğünün altında asker ve yargı vesayetinden gelen kapalılık, şeffaf olmama yatmaktadır. Olup bitenlerden büyük oranda haberimiz olmamakta, bunlar belli medya eliyle bilerek gizlenmektedir. Terör, ona karşı mücadele için yapılan
silah alımları ve diğer problemler, pek çokları için birer
rant, yani haksız ve sürekli
kazanç zemini oluşturmakta ve Türkiye'de özellikle Anglo-Saxon-İsrail merkezli dış güçler, asker-
sivil bürokrasi,
İstanbul dükalığı denilen iri
sermaye, iri medya ve bir kısım sözde sivil kuruluşlar koalisyonunun teşkil ettiği halka rağmen bir avuç azgın
azınlık hakimiyetinin devamına hizmet etmektedir. Türkiye'nin bugünü ve yarını adına yapıcı hiçbir fikri olmayan, ancak kavgadan ve "dayıca kaba" muhalefetten beslenen bazı siyasîler de bu problemlerin çözümsüzlüğünden nemalanmaktadır.
5:
Ordumuza,
savunma harcamalarımıza her yıl vergilerimizden oluşan millî bütçemizin üçte birine yakını gitmektedir. Milletin ve ülkenin güvenliği kendisine emanet edilen bu ordu içinde sürekli cuntalar üremekte ve bu cuntalar, yatıp kalkıp halka ve siyasî iktidarlara karşı komplolar,
darbe planları, fırsat düşünce de darbe yapmaktadır. 87 yıllık
Cumhuriyet tarihimizde
Kıbrıs çıkarması dışında hiçbir dış seferi olmayan ve PKK'ya karşı da 30 yıldır ciddî başarı gösteremeyen, kendisi de sürekli darbelerle sarsılan ordumuz, Türkiye 1946'da çok partili hayata geçtiği günden bu yana halkın seçtiği hükümetlere ve halka karşı 4 darbe yapmış ve bu darbelerin hiçbiri ülkenin ve halkın menfaatine olmamış, daha çok darbelere
destek olan
yabancı güçlerin işine yaramıştır. Ayrıca, bugün
teröre
kurban verdiğimiz gencecik fidanlarımız, meselâ 12 Eylül darbesinden önce 5000 gencimiz, çok kan aksın ve darbe zemini oluşsun diye anarşiye kurban verilmiştir. Şu andaki anayasa değişikliği paketinin kendisinde değişiklikler yaptığı 1983 Anayasası ile bu darbeleri yapanlar ebedî koruma altına alınmıştır. Yapılanlar doğru ise neden hem de Anayasa ile koruma altına alınır ve yargıdan kaçılır? Dün darbeciler kendilerini Anayasa koruması zırhına alırken, bugünün darbe planlayıcıları da aynen onlar gibi yargıdan kaçmaktadırlar. Suçu olmayan, alnı ak olan neden yargıdan kaçar? Ve bu darbeleri yapanlar, yatıp-kalkıp darbe teşebbüslerinde bulunanlar hakkında
soruşturma açmaya kalkan, terörle mücadeledeki ihanetler hakkında
iddianame hazırlayan kıymetli savcılarımız
HSYK (
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu) tarafından hemen görevden alınmakta ve hayatları kendilerine
zehir edilmektedir.
6:
Yargıda, 1990'larda peş peşe
Seyfi Oktay-
Mehmet Moğultay tarafından kurulmuş özel bir yapılanma vardır. Hakimleri ve savcıları
tayin eden, onların âmiri konumundaki HSYK, yani
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, ülkede görev yapan hakimler ve savcılar üzerinde tam otorite sahibidir. Bu kurum,
Ergenekon davasında sıkça yaşadığımız üzere, devam eden
mahkemelerin hakim ve savcılarını değiştirebilmekte, böylece mahkemeleri doğrudan etkilemekte, hakim ve savcılar üzerinde istediği baskıyı kurabilmekte, hoşlanmadığı hakim ve savcıları görevden alabilmekte, işin en garibi ve acısı, bu uygulamaları da yargılanamamaktadır. Yani bu kurum, sorumluluğu olmayan bir yetki ile donatılmıştır. Ayrıca, bu kurum, yani HSYK
Yargıtay üyelerini, Yargıtay üyeleri de HSYK üyelerini seçmekte, böylece "Sen beni seç ben seni" alışverişiyle hakimiyetini sürdüren üst yargıdaki yapılanma, hem yargıya olan güveni sürekli sarsıp zedelemekte, hem mahkemeleri sürekli zan altında bırakmakta, hem Türkiye'nin problemlerini doğuran zemini beslemekte, hem de bu problemlerin çözümsüzlüğüne katkıda bulunmaktadır.
7: Yargının özellikle yerindelik denetimi, yani belediyeler dahil icranın, hükümetin faaliyetlerinin, hizmetlerinin yerinde olup olmadığının denetimini yapması da, pek çok hizmetlerin önünü tıkamakta ve
ekonomik gelişmemize darbeler vurmaktadır. Meselâ, B2 yasası da denilen ormanlık alanlardaki yapılanma ile ilgili yasa, Türkiye ekonomisine 25 milyarlık bir gelir sağlayacaktı. Fakat bu katkı AK Parti'nin işine yarayacak diye veto edildi. Böylece hem ekonomimiz 25 milyarlık bir katkıdan mahrum bırakıldı, hem de ormanlık alanlarda yapılanma yerinde kaldı; yani, bu alanlarda bedava
arsa edinip konut yapanların yine bedava saltanatlarını sürdürmesi sağlanmış oldu.
8: Ayrıca, Meclis'in çıkardığı kanunları denetleyen, yani halka karşı asıl sorumlu olan Meclis'in ve siyasilerin üzerinde bir güç olan
Anayasa Mahkemesi, cumhurbaşkanlarının siyasî ve ideolojik tercihlerine göre şekillenmektedir. Bu mahkeme'nin önüne bir dava geldiğinde hemen medyada haberler çıkıyor. "Mahkemenin şu üyelerini Turgut
Özal tayin etmişti. Şu üyelerini
Ahmet Necdet Sezer, şu üyelerini ise
Abdullah Gül tayin etti. Öyleyse şu karar çıkar." Demek ki, bu yüce mahkeme hukuka göre karar vermiyor; bu mahkemeden kararlar mahkeme üyelerinin siyasî ve ideolojik görüşlerine göre çıkmaktadır.
9: Pek çoğu itibarıyla aydınlar, Türkiye'deki gelişmelerden ve nüfus hareketinden habersizler. Meselâ, Ege'de ve sahil şehirlerinde MHP'nin taban bulmasını ve belediye seçimlerindeki başarısını CHP desteğine bağlamak gibi ucuzcu tahlillere giriştiler. Oysa bu yerlerde Güneydoğu'dan göç eden çok ciddi bir nüfus bulunuyor. Güneydoğu'dan terör ve fakirlik sebebiyle göç etmek zorunda kalan vatandaşlarımızla buraların önceden yerleşmiş halkı belli ölçülerde birbirleriyle kaynaşamıyor ve karşılıklı tepkiler oluyor. Bu da, batıdaki şehirlerimizde bile çok tehlikeli bir Türk-
Kürt ayrışmasını doğuruyor ve besliyor. Dolayısıyla, MHP'nin de BDP gibi partilerin de tavrı ve "söylem"leri aslında halk tabanındaki bu bölünmelere ve kaynaşamamaya yaradığı halde halk bunun farkına varamıyor ve bu, anlatılamıyor.
10: Anayasa değişikliğine hayır demede CHP'nin, MHP yönetiminin, BDP, yani güya Kürtlerin partisi intibaı veren fakat Kürtlere değil, Türkiye'deki yerleşik azınlık iktidarına hizmet eden partinin,
referandum sürecinde terörü azdıran PKK'nın, İstanbul dükalığı denen iri sermayenin, malûm iri medyanın
ittifak etmesi aslında göz açıcı bir gerçek olduğu halde, hayrettir, halk içinden "evet" demesi beklenen pek çokları, bu ittifakın olsun ne manâ ettiğinin idrakinde görünmüyorlar.
11: 1983 yılından beri ordudan güya irtica ve disiplinsizlik suçlamasıyla çoğu
dindar ve o ana kadar hiçbir disiplinsizliği görülmemiş pırıl pırıl subaylarımız
ihraç ediliyor. Şimdiye kadar 2000'e yakın subayımız ihraç edildi. Ve ihraç edilen bu subaylarımıza geçimlerini sağlamaları için çalışabilecekleri başka kurumların da kapıları mümkün olduğunca yüzlerine kapatılıyor.
12: Bugüne kadar hep fişlenmeden şikâyet ettik; özellikle 28 Şubat sürecinde kebapçısına varıncaya kadar halkımız dindar diye fişlendi ve pek çoğumuz yanlış bilgiye dayalı bu fişlenmelere göre resmî kurumlarda görev aldık veya alamadık. Bugün de özellikle ordu katında fişlenme devam ediyor.
13: Türkiye,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne en fazla şikâyet edilen ve en çok mahkûmiyet alıp, en fazla tazminat ödeyen ülkelerin başlarında geliyor. Bu tazminatlar, hiçbir zaman mahkûmiyete sebep suçu işleyenlerin ceplerinden çıkmıyor; halkın verdiği vergilerle ödeniyor. Ayrıca, resmî kurum ve yetkililerin icraatlarından ve halk olarak bize karşı muamelelerinden sıkça şikâyetçi oluyor, fakat bunları taşıyacağımız bir merci bulamıyoruz.
14: Halk olarak Türkiye'de mahkemelerin iyi çalışmadığından, davaların vaktinde sonuçlanmadığından şikâyet ederiz; mahkemeler de dava yükünden şikâyet ederler. Bu, Türkiye'nin en müzmin dertlerindendir.
YARIN: "EVET" NE DEMEK, "HAYIR" NE DEMEK?